Tülin BEROVA Yazdı...

Birleşmiş Milletler, İkinci Dünya Savaşı sonrasında barışı koruma amacıyla kuruldu. Ancak savaşın galiplerine tanınan daimi üyelik ve veto hakkı, zamanla adaletin değil ayrıcalığın sembolü haline geldi. ABD, Rusya, Çin, Fransa ve Birleşik Krallık, insanlığın kaderine yön veren beş güç konumuna geldi. Suriye’de yüzbinlerce insan ölürken, Filistin’de çocuklar bombalar altında can verirken, Birleşmiş Milletler sessiz kaldı. Veto hakkı, vicdanı susturan bir araca dönüştü.

Türkiye bu sessizliğe itiraz eden en kararlı ülkedir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Dünya beşten büyüktür” sözü, sadece bir çıkış değil, insanlığın ortak adalet çağrısıdır. Türkiye, söylemde değil, eylemde adaletin temsilcisidir. Mültecilere en geniş kapıyı açan, insani yardımlarda öncü olan, barış misyonlarına en fazla katkı sağlayan ülke olarak hem diplomasi masasında hem sahada adaletin yükünü taşımaktadır.

Birleşmiş Milletler’in tarafsızlık iddiası en açık biçimde Kıbrıs’ta çökmüştür. 1963’te başlayan Kanlı Noel olaylarında Rum saldırılarıyla köyler yakıldı, yüzlerce Kıbrıslı Türk katledildi. BM, 4 Mart 1964’te 186 sayılı kararla UNFICYP Barış Gücü’nü adaya gönderdi. Ancak bu güç, barışı korumaktan çok statükoyu sürdürdü. Türk halkı saldırıya uğrarken BM askerleri çoğu zaman seyirci kaldı.

Bu adaletsizlik karşısında Kıbrıs Türk halkı kendi geleceğini kendi elleriyle belirledi. 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanı, onurlu bir direnişin zirvesiydi. Kıbrıs Türkleri, kendi kaderini tayin hakkını kullanarak bağımsız bir devlet kurdu. Buna rağmen BM hâlâ bu gerçeği tanımıyor. Oysa adada iki halk ve iki egemen devlet vardır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler kürsüsünden defalarca dile getirdiği Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması çağrısı, bir kardeşlik mesajı olmanın ötesindedir. Bu çağrı, adaletin ve egemen eşitliğin uluslararası zeminde kabul edilmesi içindir. Türkiye’nin duruşu nettir. Egemenlik olmadan barış olmaz, tanınma olmadan çözüm sağlanamaz.

Birleşmiş Milletler’in yapısal adaletsizliği yalnız Kıbrıs’ta değil, Ukrayna ve Gazze’de de kendini göstermektedir. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası Güvenlik Konseyi veto nedeniyle karar alamamış, aynı çaresizlik İsrail’in Gazze saldırılarında da yaşanmıştır. Yüzlerce sivilin hayatı, beş ülkenin çıkar hesaplarının gölgesinde yitip gitmiştir.

BM Genel Kurulu’ndaki Veto Girişimi Oturumu’nda Türkiye Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Sayın Ahmet Yıldız, Ankara’nın bu çarpık düzene karşı tutumunu açıkça ortaya koymuştur. Yıldız, Türkiye’nin reform edilmiş, kapsayıcı ve hesap verebilir bir Güvenlik Konseyi çağrısını yinelemiş, Filistin’deki insani acının sona erdirilmesinin tüm dünyanın ortak sorumluluğu olduğunu vurgulamıştır.

Birleşmiş Milletler artık bir vicdan sınavındadır. Kıbrıs’ta, Gazze’de, Ukrayna’da yaşanan her trajedi bu sistemin iflasını göstermektedir. Türkiye’nin yükselttiği adalet çağrısı, sadece bölgesel bir duruş değil, insanlığın ortak geleceği için zorunlu bir uyarıdır.

Kıbrıs Türk halkı 1983’te egemenliğine sahip çıkarak tarihe onurlu bir irade yazdı. Bugün de aynı kararlılıkla iki devletli çözüm için Meclis kararı çıkarma sürecini yürütmektedir.