Bazen dünya öyle bir kaynar ki…
Sen hâlâ acaba filtre kahve mi içsem  diye düşünürsün.
Ama bazı sabahlar vardır.
Camı açarsın ve yangının dumanı içeri çoktan dolmuş olur.İşte o sabahlardayız...

Doğu Akdeniz cayır cayır.
Ve biz hâlâ pencereyi mi kapatalım, klimayı mı açalım diye düşünürken, yangın bacadan değil, doğrudan salonun ortasına oturdu.

İsrail ve İran günlerdir birbirine füze, drone yağdırıyor.
13 Haziran’da başlayan operasyonla İsrail, İran’daki nükleer ve askeri hedefleri vurdu.
Yüzlerce kişi etkilendi. Komutanlar, bilim insanları hayatını kaybetti.
Ardından İran bastı düğmeye.
150’ye yakın füze, 100’den fazla insansız hava aracı…
Tel Aviv, Hayfa, Bat Yam…
Siviller öldü, yüzlercesi yaralandı...
Ve dünya nefesini tuttu.

Ama bu artık sadece iki ülkenin kavgası değil.
İran çok açık bir şey söyledi:
“Güney Kıbrıs’taki İngiliz üslerinden kalkan her uçak bizim hedefimizdir.”

Ve evet, biz de bu adada yaşıyoruz...

ABD alarmda. İngiltere savaş gemilerini Akdeniz’e gönderdi. Jetler havada.
Herkes diken üstünde.
Sahada sis yoğun.
Diplomasi parmak uçlarında yürüyor.

Ve biz?
Biz hâlâ “Bize bir şey olmaz” diyerek avunuyoruz.

Ama bu savaş, artık sadece Ortadoğu’nun değil, Doğu Akdeniz’in meselesi.
Yani bizim de.
Burada yaşıyorsak, bu coğrafyada soluk alıp veriyorsak, “karışmayalım” deme lüksümüz kalmadı.

Camı kapatmak yetmeyecek.
Hiçbiri işe yaramayacak..

Biz Kıbrıslı Türkler...
Olan biteni sadece uzaktan izleyen bir kitle değiliz artık.
Yangının orta yerindeyiz.
Enerji yolları, askeri rotalar, politik hesaplar hep buradan geçiyor.
Bu adada yaşamak demek, bu yükün ağırlığını da taşımak demek...

O yüzden…
Şimdi gözümüzü açma zamanı.
Konuşma, paylaşma, hazırlıklı olma zamanı.
Çünkü bu yangın sadece evin içini değil, hafızamızı da yakacak gibi duruyor...

Ve unutmayın...
Bu kez alev sadece geçmiyor...
Yakacak bir şey arıyor...
Ve biz artık o “şey” olabiliriz.