Karakuş Öz yazdı...
Bu ülkede elektrik, sadece ampulleri yakıp makineleri çalıştıran bir enerji değil; hayatın damarlarında akan, durduğunda bütün düzeni felce uğratan görünmez bir güç. Ancak ne yazık ki biz, bu gücü bir nimet olarak değil, çoğu zaman bir kabus olarak yaşıyoruz.
Kesintiler artık olağanlaştı. Bir şehirdeki karartma diğerine yetişiyor; bazen plansız, bazen de “planlı” denilen ama hiçbir plana benzemeyen bir şekilde. Fabrikalar üretim durduruyor, esnaf kepenk kapatıyor, öğrenciler ders çalışamıyor, hastaneler jeneratörlere muhtaç hale geliyor. Bir ülkenin ekonomisi, güvenliği ve eğitimi, elektrik gibi temel bir altyapının keyfine bırakılmamalı.
Sorunun kökü derin: Yatırımlar yetersiz, mevcut altyapı yılların yükünü taşıyamıyor, enerjide dışa bağımlılık ise kader gibi kabullenilmiş. İklim krizinin getirdiği aşırı sıcaklar ve kuraklık, enerji talebini patlatırken üretim kapasitesini düşürüyor. Tüm bunların üzerine plansız şehirleşme, şeffaf olmayan ihaleler ve “nasıl olsa idare eder” mantığı eklenince ortaya bir enerji krizi değil, bir yaşam krizi çıkıyor.
Elektrik kesintisi, sadece karanlık bir oda değil; durmuş bir solunum cihazı, durmuş bir üretim bandı, bozulmuş gıda, eriyen ilaç ve kesilmiş iletişim demek. Her kesinti, bize aslında ne kadar kırılgan bir sistemin içinde yaşadığımızı hatırlatıyor.
Enerji politikaları günü kurtarmak için değil, yarını güvenceye almak için yapılmalı. Yenilenebilir kaynaklara gerçek yatırımlar, altyapının modernizasyonu, adil ve planlı dağıtım… Bunlar lüks değil, zorunluluk. Çünkü elektrik sadece ışık değildir; elektrik, bir ülkenin nefesidir. Ve nefes alamayan bir ülke, hayatta kalamaz.
İşte bu yüzden elektrik bu ülkenin kabusu. Ama bu kabus, doğru kararlarla sona erebilir. Yeter ki biz uyumayı değil, uyanmayı seçelim. Karanlığa mahkûm olmamak için, ışığı sadece prizden değil, doğru politikalardan da almalıyız.