Bir sohbet arasında soruverdi Türkiyeli arkadaşım: “Bir Kıbrıslı ressamdan satıyorsa bir tablosunu satın almak isterim. Kim var bildiğin ressamlardan”…

Yutkundum, eveleyip geveledikten sonra da cevap veremeden konuyu geçiştiriverdim…

Ne kadar büyük bir ayıptı bu benim için… Birçok önemli ressamımızın adlarını sıralayamamak… Halbuki çoğunun sergisine de gitmiştim üstelik…

Hepimiz “arızalıyız” aslında bu konuda…

İnanmıyorsanız, çıkın sokağa soruverin “Halis Kıbrıslıyım” diyenlere!... Kaç şairimizin, kaç yazarımızın adını sıralayabilenini buluverirsiniz acaba!… Kıbrıslı üç yazarın kitap isimlerini sıralayabilecek çıkar mı!…

Bir piyanistimizi, bir klasik müzik sanatçımızı, bir söz yazarımızı, bir fotoğraf sanatçımızı, bir ünlü doktorumuzu, bir bilim adamımızı söyleyebilen!…

Daha devam edeyim mi!... Beş şehitimizin adını sıralayabilen çıkar mı!…

Haydi daha güncelleştirelim soruları… Bu yıl kim vergi rekortmeni oldu ülkede, bir bilen var mı!...

Çıkın da sorun evlenme çağına gelmiş genç kızlarımıza, kaçı tarhananın nasıl yapıldığını, mulihiyanın nasıl pişirildiği, hersenin, golifanın, garavollinin tariflerini biliyor…

Yok öyle bedavadan, takım tutar gibi “Kıbrıslılık” taslamak… Bu “bedavacılık” yetmezmiş gibi, öldük, bittik, tükendik, asimile olduk edebiyatı yapmak da yok…

Bir kültürü sürdürebilmek önce yürek ister, sonra emek… Kendi kahramanlarına sahip çıkmak ister. Kendi değerlerini koruyabilmek için, o değerleri özümseyebilmek ister, örnek almak ister... Bunları yapamayıp, sokaklarda, barlarda, kafelerde ahkam kesmek kolay. “Kafatasçı” yaklaşımla, “ötekiyi” yaratıp, kendini ucuz yoldan “Kıbrıslı” ilan etmek de öyle… Ancak zor olan, kendi ülkende, kendi kültürüne, kendi tarihine, kendi kahramanlarına sahip çıkarak, “ötekileştirmeye” çalıştıklarına da bunu yaptırabilmekte… Esas mesele burada…

Farklı kültürlerin bir araya gelip aynı havuzda buluşması ve ‘Kıbrıslılığı” oluşturması söz konusu olabilir. Ada kültürünü, ada dışından gelenlerle birlikte zenginleştirebiliriz. Ancak hala yapamıyor ve sürekli bahaneler uyduruyoruz. Böylelikle bu treni “bedavacılığımız” yüzünden hızla bizden uzaklaştırmaya ve kendimizi “yabancılaştırmaya” devam ediyoruz…