Ülkemizde siyasi yapımızla ilgili en yaygın söylemlerden birisi “böyle gelmiş böyle gider” söylemidir. Benim tepemi attırmak isteyen arkadaşlarımın bu cümleyi söylemesi yeterlidir çünkü ben tüm benliğimle bu cümlenin anlamına ve temsil ettiği düşünce şekline karşıyım. Zaten karşı olduğum için Demokrat Parti - Ulusal Güçler bünyesinde aktif görev alarak çalışmaktayım ve 28 Temmuz erken genel seçimlerinde de Lefkoşa Milletvekili adayı olmak için başvurdum.

          Bu ve bu gibi söylemler aslında şu anda bulunan düzenin değişmemesini arzulayanlar tarafından yayılmaya başlar. Yeteri kadar tekrarlanınca da halkımızın bir bölümünün diline yerleşir. Aslında bir durup düşünecek olursanız tam bir teslimiyetçiliği vurgulayan bir söylemdir.

          Eğer Mustafa Kemal 1, Dünya Savaşı’nın bitim döneminde “böyle gelmiş böyle gider” söylemine inanmış olsaydı ne Kurtuluş Savaşı gerçekleşirdi ne de Türkiye Cumhuriyeti hayata geçerdi…

          Eğer Hitlerin müttefikleri dışında olan Avrupa ülkeleri ve ABD Almanya’nın ezici gücüne bakıp “ne yapalım, böyle gelmiş böyle gider” deselerdi bugün bambaşka bir dünyayı konuşuyor olacaktık…

          Eğer Fransız devrimini gerçekleştirenler o söyleme inanmış olsalardı ve hiçbir şeyin değişemeyeceğine inanmış olsalardı bugün tarih derslerinde bu olaydan da bahsedemez olacaktık…

          Eğer bugün Amerika Birleşik Devletleri olan bölgede bir İngiliz sömürgesinde yaşayan halk, Kral George’un adaletten uzak ve ağır vergilerle sömürge halkını ezme odaklı yönetimine bakıp “değişim imkansız, böyle gelmiş böyle gider” deselerdi, bugün dünyanın tek süper gücü ünvanına sahip ülke de hiç hayata geçmemiş olacaktı…

          Belki de Kıbrıs Türkleri olarak anlayabileceğimiz en güzel örnek 1974’te gerçekleşti. O iyi insan, gerçek lider, tüm yaşamını ülkesine ve halkına adamış, tüm liderlere örnek olması gereken, dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı rahmetli Bülent Ecevit eğer Türk Silahlı Kuvvetlerini Kıbrıs’a göndermek yerine “böyle gelmiş böyle gider” deseydi, bugün birçoğumuz hayatta olmaz, devletimiz de yaşama geçememiş olurdu. Geriye kalanlarımız da ya Rum boyunduruğunda ya da başka ülkelere göç eden mülteciler olarak yaşamlarını sürdürürlerdi…

          Bu gibi örneklere yüzlerce, hatta binlerce diğerlerini eklemek olasıdır. Ancak önemli olan Kıbrıs Türk halkının bu örneklere bakmaya gerek duymadan bile değişimi gerçekleştirmenin kendi ellerinde olduğunu anlamasıdır. Eğer bunu anlamayanlar varsa o zaman anlayanlar olarak geriye kalanlarımıza da anlatmak bizlerin görevi olmalıdır.

          Bir devletin halkına verdiği en temel hak oy kullanma hakkıdır. Bu hakka sahip olmayan halklar elde etmek için mücadele ederken KKTC’de, benim halkım oyunun değerini bilmeli ve hak edenlere vermek suretiyle arzuladığı değişimi de gerçekleştirmelidir. Bundan dolayı artık “böyle gelmiş böyle gider” demek yerine değişimin hayata geçebileceğine inanalım ve değişimi temsil eden partilere ve adaylara oy verelim.

          Seçim sistemimiz bize bir partiye mühür vurma hakkının yanında o partinin adayları içerisinde tercih yapabilme hakkını da vermiştir. Buna ek olarak da hiçbir partiye mühür vurmadan karma oy verebilme hakkı da tanınmıştır. O zaman “ayni partiler veya kişilerin yarıştığından dolayı oy vermeyeceğim” söyleminin de gereksiz olduğu ortaya çıkar. Zaten oyunu kullanmamak, seçim sistemimize göre en fazla oy alan partiye oy vermekle eşittir. O zaman her seçmen kesinlikle oy kullanmalı, kendine göre en doğru olan parti ve kişilere oyunu vermelidir. Yoksa seçimden sonra siyasi yaşamımızda olacaklardan da şikayet etme hakkını kaybederler.

          Kısaca söylemek istediğim şudur: Değişim hemen olmaz. Yavaş yavaş gerçekleşmesi gerekebilir. Ancak eğer değişim gerektiğine inanıyorsanız, mutlaka ama mutlaka 28 Temmuz’da sandığa gidip oyunuzu veriniz. Veriniz ki değişimin başlamasına katkıda bulunasınız ve ülkemizin önünü açasınız.

          Böyle gelmiş olabilir ama böyle gitmez!