Son iki aydır Kıbrıs Türk ve Türkiye basını liderlerimizin Kıbrıslı Rumları aşağılayan ve Kıbrıs konusunun ancak şimdi Rumların ekonomik sorunlarından dolayı çözülebileceğini vurgulayan ve bir türlü bitmeyen beyanatları ile dolu idi. Bence ciddi bir lider Kıbrıs konusunda çözüm için fırsatın gerçekten Rum kesiminin içerisinde bulunduğu ekonomik sıkıntılardan dolayı ortaya çıktığını düşünse bile bunu basınla her gün paylaşmaz. Aksine ekibi ile çok kapsamlı bir çalışma içerisine girer ve eğer mümkünse “fırsat” diye nitelediği konuyu da bu kapsama dahil ederek müzakereleri canlandırıp sonuçlandırmaya çalışır. Basın önünde verilen samimiyetten uzak beyanatların ne yararı olabilir ki?

            Şu ana kadar sayısız defa değişik yetkililerden Rumların ekonomik sıkıntısının Kıbrıs görüşmeleri için bir fırsat olduğunu dinledik. Rumların KKTC’ye yardım için başvurmaları tavsiye edildi. Hatta daha da ileriye gidip Rumların artık Euro’dan vazgeçip Türk Lirası kullanmaya başlamaları gerektiğini söyleyenler bile oldu. Tabi bunlara daha da alaycı, hatta düpedüz aşağılayıcı olarak nitelendirebileceğimiz “bizde düşene vurmak mertlik değildir ama…” gibisinden beyanatları da ekleyebiliriz. Bu gibi açıklamaların bekli de en samimi ve en gerçekçisi “gelin Kıbrıs açıklarında bulunan doğal gazı beraber çıkarıp KKTC ve Türkiye üzerinden ihraç edelim ve geliri de beraber paylaşalım” yaklaşımıydı. Buna da tabi ki Rumlar yanaşmadılar, hatta ciddiye alıp cevaplamadılar bile…

            Bizler Rumlarla alay ederken onlarsa Kıbrıs konusuna ayıracak vakitlerinin olmadığını tekrarladılar ama aslında da Kıbrıs konusunda stratejiler ürettiler. Bizimkiler görüşmeler başlasın diye ayni nakaratı söylerken onlar aniden sahneye çıkıp Kıbrıslı Türkleri es geçerek direk olarak Türkiye’ye “bize Maraş’ı verin biz de AB katılım sürecindeki fasıl açma konusunda yardımcı olalım” önerisini yaptılar. Anastasiades’in Cumhurbaşkanı Eroğlu ile görüşecek zamanı yok ama böylesine bir öneriyi Türkiye’ye sunmak için hazırlık yapacak zamanı var.

            BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer Kıbrıs’a geldi ve biz dizi görüşmeler yaptı. Anastasiades’ten başladı ve sonra Eroğlu ile görüştü. Buna Başbakan Küçük ve Dışişleri Bakanı Özgürgün ile yapılan ziyaretleri eklendi ve tabi hepimizin çok hoşuna gitti. BM Kıbrıs Özel Danışmanı’nın Başbakanımızı ve Dışişleri Bakanımızı makamlarında ziyaret etmesi aslında önemli bir gelişmedir. Bunu göz ardı etmiyorum, ancak önemli olan daha büyük resmi görmektir. Bu görüşmelerin ardında Downer hiçbir açıklama yapmadı ve Başbakan da Dışişleri Bakanı da yaptıkları açıklamalarda sadece Downer’e ilettikleri görüş ve dileklerden bahsettiler. Yani başka bir gelişme yok!

            Bilgilenmek için her zaman kaynak olarak kullanmaya mecbur olduğumuz Rum basınına bir göz atarsak, Downer’in (tabi ki) önce Atina ve sonra da Ankara’yı ziyaret edeceğini ve Ankara ziyaretinde Türk liderlere Maraş’ın Rumlara verilmesi konusunu açacağını belirtiyorlar. Yani Kıbrıs’ta bizim hükümet yetkililerini ziyaret edip gönlümüzü biraz aldı ama esas bombayı Ankara’da patlatacak. Bu da eğer doğruysa Kıbrıs Türk tarafının devreden çıktığının sinyallerini vermektedir.

            Gelinen aşamada açıkça kabul etmeliyiz ki Anastasiades’in ekonomik konulardan dolayı Kıbrıs konusuna ayıracak vakti yok yalanını artık yutmamalıyız. Adam Kıbrıs konusunda stratejisini belirledi ve Downer’i de kullanarak ilk hamlesini yaptı. Cumhurbaşkanı Eroğlu ve ekibi bunu fark edip Anastasiades’in zavallı söylemlerini bir kenara bırakmaları ve sürecin aslında başladığını görerek karşı stratejimizi geliştirip oyuna koyması gerekmektedir. Ödevini çalışan ve birkaç opsiyonlu strateji geliştirip her hamleye hazır olan bu gibi müzakerelerde daha avantajlı olur. İnşallah bu tanımladığım Kıbrıs Türk tarafı olur çünkü Anastasiades yol kat etmeye başladı bile…