Tülin BEROVA Yazdı...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs konusundaki tutumu tartışmaya yer bırakmayacak kadar açıktır; federasyon defteri kapanmıştır. Yarım asırdır süren müzakereler Rum tarafının her “hayır”ıyla boşa çıkmış; Türk tarafına sadece zaman kaybettirmiştir. Bugün tek gerçek vardır; egemen eşitliğe dayalı iki devletli çözüm.

Türkiye Büyük Millet Meclisi aldığı kararla çözümün ancak eşit egemen iki devlet temelinde mümkün olduğunu dünyaya ilan etmiştir. Bu karar, artık hiçbir tartışmaya açık olmayan bir dönüm noktasıdır; federasyon ihtimali kapanmış, yeni bir yol haritası açılmıştır.

Erdoğan’ın bu netliği, Kıbrıs Türk halkının yaşadığı tarihsel tecrübelerden beslenmektedir. 1960’ta kurucu ortak olan Türkler, üç yıl içinde yönetimden dışlanmış; 1963 Kanlı Noel olaylarında büyük acılar yaşamış; on yıllar boyunca izolasyonlarla kuşatılmıştır. Bu yüzden Kıbrıs Türk halkı bir daha asla azınlık olmayacak; kâğıt üzerinde eşit ama fiiliyatta dışlanmış bir statüyü kabul etmeyecektir.

Uluslararası her platformda Erdoğan’ın duruşu aynı olmuştur. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda da, Avrupa Konseyi’nde de, NATO toplantılarında da verilen mesaj değişmemiştir; “Türk tarafı egemen eşittir; güvenliği Türkiye’nin garantörlüğüyle teminat altındadır; bu iki unsur olmadan çözüm olmaz.” Bu tutum yalnızca diplomatik bir söylem değil; Kıbrıs Türk halkının onurlu geleceğine dair kararlı bir taahhüttür.

Buna karşılık Rum lider Nikos Hristodulidis, federasyon temelinde müzakere çağrısı yapmaktadır. Ancak Rum tarafının geçmişi bu çağrıyı gölgelemektedir. Dönüşümlü başkanlık, etkin katılım, veto hakkı gibi eşitliği hayata geçirecek mekanizmalara hâlâ yanaşılmamakta; Türkiye’nin garantörlüğü AB üyeliği gerekçesiyle reddedilmektedir. Dahası, Türkiye’nin adadaki askerini geri çekmesi yönünde talepler gündeme getirilmektedir. Oysa bu şartlar altında federasyon söylemi, samimi bir çözüm arayışından çok diplomatik bir gösteri gibi algılanmaktadır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bu süreçte yalnız bırakılmamaktadır. Türk Devletleri Teşkilatı’nda gözlemci statüsü kazanarak diplomatik alanda önemli bir eşik aşılmıştır. Erdoğan’ın sözleri bu kararlılığı net biçimde ortaya koymaktadır; “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti artık uluslararası alanda daha görünür hale gelecektir; biz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması için mücadelemizi sürdüreceğiz.” Bu ifade, Türkiye’nin yalnızca sözle değil; somut diplomatik adımlarla da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin yanında olduğunu kanıtlamaktadır.

19 Ekim seçimleri bu nedenle isimlerden çok vizyonların yarışıdır. Sandığa gidecek seçmen bir tercihle karşı karşıya kalacaktır; bir yanda samimiyeti sorgulanan federasyon vaatleri; diğer yanda Türkiye’nin Meclis kararıyla da teyit edilmiş net iki devlet vizyonu. Kıbrıs Türk halkı geçmişin derslerini unutmadığı için, tercihini onurlu ve güvenceli gelecekten yana kullanacağı kanaati oldukça yaygındır.

Kıbrıs meselesinin özü artık açıktır; mesele, samimiyetsiz federasyon vaatleri mi yoksa TBMM’nin de altını çizdiği onurlu ve güvenli iki devlet gerçeği mi sorusuna indirgenmiştir. Kıbrıs Türk halkı bu sorunun cevabını sandıkta ortaya koyacaktır. Türkiye’nin resmî politikası nettir; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin egemen eşitliğe dayalı iki devlet vizyonu kararlılıkla savunulacak; Doğu Akdeniz’de kalıcı istikrarın tek yolu olarak güç kazanacaktır.