Hafif rüzgâr, doğanın olanca mis kokusunu demetleyerek, baba evinin penceresinden içeriye uzatırdı.

Rüzgârın hasadı; evin yakınından geçen dereden başlar, yosun kokusuna bahçeyi çevreleyen limonların kokusu katıldığında sona ererdi.

Papatya, sardunya ve nar, bu koku demetinden hiç eksik olmazdı.

Çocukluk yıllarından kulağımda yer eden en güzel melodi, kurbağaların çıkardığı senfonik sesler...

Binlerce kurbağa, evin yanı başındaki derede yaşardı. Onların sesi duyulduğunda akşam olmuş demekti. Baykuş uğultularına karşın gece, ürkütücü değildi. Yıldızlar parlak, kurbağalar teskin ediciydi.

Sabahın ilk ışıklarıyla beraber dere kenarına inmek bir çocukluk ritüeline dönüşmüştü.

Dere, küçük balıklarla kaynıyordu. Balık sürülerinin arasına, yırtık filenin yanı sıra çocuksu keşif arzusu ve heyecan da dalıyordu.

Geciken merhametin mükâfatı, filede çaresizce zıplayan balıkları tekrar suya bıraktıktan sonra, gözden kaybolana dek seyretmekti.  

Havalar ısınmaya başlayınca, gökyüzü göçmen kuşların karnaval geçişine sahne olurdu. Yaban ördekleri sık sık derede mola verirken; leylekler de burada karınlarını doyurmadan yollarına devam etmezlerdi.

Misafirlerin gidişi ev sahiplerini rahatlatır; bölge kısa sürede keklik ötüşleriyle yeniden çınlamaya başlardı.

Sevişen karayılanlar, hep bir şeyden kaçan kertenkeleler, nar ağaçlarının müdavimi fareler, üzüm tanelerini gagalayan serçeler ve sürüler halinde ekinlere hücum eden güvercinler muhakkak suyun kenarında rastlaşırdı.

Gece karanlığında tavuk ve kaz avına çıkan ürkek tilkiler de susuzluklarını gidermek için temkinli bir biçimde dereye uğrardı.

Koyun ve keçi sürüleri, toz kaldırarak yaklaştığında; suyu gördüğüne en çok kuzu ve oğlaklar sevinirdi. Çobanların, şımarık çocuk zıplamaları yapan yavruları zapt etmesi hiç de kolay olmazdı.

Dere pek heybetli değildi. Normalde itidalli bir şekilde salınırdı. Ama bol yağmurlu kışlarda adeta kabarır ve çağlamaya başlardı. Gürül gürül su sesi, evin duvarlarını yabancı bir yankı halinde günlerce döverdi.

Göçmen kuşlar yollarını değiştireli çok oldu. Keklikler artık ötmüyor. Tek bir balık bile kalmadı. Kurbağa korosu güçsüz. Sürüsünü buradan geçiren çoban neredeyse yok.  

Rüzgârın derlediği koku demeti tahammül edilir gibi değil.

Alayköy Belediyesi, 15 yılı aşkın bir süredir, köyün lağım sularını bu dereye akıtıyor. Foseptik kuyularından dereye “dahiyane” bir fikirle hat çekildi; kuyuların dolması önlendi.

Eskiden balık, kuş, sürüngen ve kurbağaların buluştuğu suda artık insan dışkıları yüzüyor. Dere siyaha boyandı. Her yer çirkef batağı.

Öte yandan, avcı lobileri bu kaleyi de düşürdü. Bölge silah sesleriyle inliyor. Avcıların keyif gününde, evin kapı ve pencerelerini sıkı sıkıya kapatmak şart. Yine de dama dökülen saçmaların gün boyunca çıkardığı saçma sesler sinir bozmaya yetiyor.

Velhasıl suya insan gölgesi düştü… Bu kara gölgeler, çocukluk hatıralarını acımasızca çiğniyor...