Rana Sarro yazdı…
Geçmişteki zihinlerindeki solculuğumu hatırlıyorlar ve hazmedemiyorlar. Hâlbuki ben hayatımın hiçbir döneminde sol görüşlü bir gazeteci olmadım. Sola yakın muhalif bir muhabirlik yaptım. Habercilikle anarşistliği karıştırmadık hayatımızın hiçbir döneminde.
Sadece burnumuz haberi iyi koku alırdı, kulağımız delikti diye, hükümetlerin açıklarını bulur ve yayınlardık. Ama biz hiçbir zaman “Ben solcuyum” demedim. Sola yakın oldum, ama anarşist solcu olmadım hiçbir zaman ve sol bir partiye yakın hissettim o kadar.
Polise saygısızlık etmedik, vatanı küçültmedik, bayrağı ezmedik, askeri kovmadık. Muhalif gazeteci olmak başkadır, sol görüşlü olmak başkadır, ama anarşist olmak bambaşka bir şeydir.
Dün bir yazı yayınladım. Poliste 'kadına şiddet için müdahale' birimlerinin, Lefkoşa'da şubesinin bulunduğu, ancak ilçelerdeki birimlerinin ise kaldırıldığı ile ilgili. Akabinde bu şubenin sorumlu personelini aradım ve sohbet ettik. "Ben de tam sizin yazınızı okuyordum ve aradınız" dedi.
Evet, ben arayabilirim, ben sohbet edebilirim, çünkü adabımla yazarım. Çünkü kurumları eleştiririm küçültmem. O nedenledir ki, yüzlerine bakacak yüzüm kalır haklarında yazdıktan sonra bile.
"Cumhurbaşkanlığı'ndaki Ersin Tatar..." demem mesela yazılarımda..."Cumhurbaşkanımız..." derim. Doğru olanı söylerim. Bu nedenledir ki, gazetede aleyhinde kendisiyle ilgili serzenişim çıktığında, bana mesaj atıp makamına davet etmişti. "Hakaret etmediğimiz, saygısızlık etmediğimiz ve sadece haklı gerekçelerle objektif doğruları ifade ettiğimiz için, aleyhinde yazdıklarımız dahi bize küsmüyorlar. Ve yazdıktan sonra da yüzlerine bakmaya daima yüzümüz olmuştur.
Niye, çünkü hakkında yazdığımız kuruma veya yetkiliye hakaret etmeyiz biz, var olan durumu eleştiririz. Kinle, nefretle, öfkeyle aleyhlerinde yazmayız. Biz gazeteciyiz çünkü anarşist değiliz. Aradaki fark çok büyüktür, anlayana.
Ama bizi hazmedemeyenler kendileri gibi makamlara, siyasilere, yetkililere, polise, Türkiye’ye hakaret etmemizi, küçümsememizi beklerler. Daha çok beklerler.
Eleştiri veya hak savunmakla, küçültmeyi, aşağılamayı, hakareti, yermeyi karıştıran uç solcuları veya uçmuş solcuların, ne makama, ne şahsa saygıları var ve eleştiri değil hakaret ediyorlar.
Devletin makamlarına aleni saygısızlık yapıyorlar, bunu meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
Kendileri gibi olmamız için kalemimizi kontrol ve baskı altında tutmaya çalışıyorlar. Kimse kusura bakmasın bu bir faşistliktir yani baskıcılıktır. Kimse kalemimize hükmedemez.
Rahmetli İrsen Küçük ve dönemin Polis Müdürü Günay Özan ile alakalı polis terfileri konusunda ülkede çok ses getiren ve hatalar süren yayınlarla, araştırma haberler yapmıştım. Asla ve asla ne dönemin Başbakanı'na ne de Polis Genel Müdürü'ne en ufak bir saygısızlığım olmazdı. O derece ki haberlerimden koltukları kayıyordu. Dönemin polis camiası hatırlayacaktır. Telefonum dinlenirdi, kaynağım öğrenilsin diye.
Buna rağmen yüzlerine bakacak yüzüm kalırdı, çünkü haber yapardım anarşistlik değil. Küfür kolay olanıdır, marifet saygınla, adabınla yanlışları ortaya çıkarabilmektir.
Ha şuandaki şahsıma yönelik yapılan linç girişiminde, bana yapılan saygısızlık ölçüsünde karşılık verdim bazılarına. Çünkü bardağın taştığını hissediyorum. Buna da had bildirme diyelim.
Habercilikle anarşistliği karıştırmadık hayatımızın hiçbir döneminde.
Gazeteci Sevgili Çiğdem Aydın, bugün sabahleyin programında, yazarlara eleştiri dozajlarının arttığını yorumladı ve "Herkes kendine yakışanı yapar. Bunun toplumsal cahillikle alakası var" dedi. Ne güzel söyledi.
“Ne yazık ki öyle bir noktaya gelindi ki bu ülkede, 'Vatan' diyemiyorsunuz, 'bayrak' diyemiyorsunuz, 'inanç' diyemiyorsunuz, 'din' diyemiyorsunuz” dedi programında, çok da doğru söyledi. Evet, aynen öyle bir duruma sokulmaya çalışılıyoruz. Ülkede üç beş tane köşe yazarı kaldı, onları da sindirmeye veya şekillendirmeye çalışıyorlar.
Bizi bilen bilir, yapmadığımız türden haber, araştırma haber kalmadı. O kadar muhalif bir haberciydim ki, herkes beni koyu solcu bilirdi. Hâlbuki ben hiçbir zaman partizan olmadım, solcu olmadım. Sadece inandığı doğruları yazan muhalif bir gazeteci oldum. Yine kusur ve hata gördüğümde yeniden mesleğe bulaşmışsam eğer, yine yazarım. Ama kurumları, makamları küçümsemem.
Bana 'değiştin' diyorlar. Hâlbuki ben sizin istediğiniz türden bir solcu hiç olmadım ki. "Cumhurbaşkanıımız..." demekten hiç gocunmadım, "Cumhurbaşkanlığı makamındaki..." gibi bir söz hiç sarf etmedim mesela haberlerimde.
Ben eğer ki haber videosunda, polisin eylemcilere ‘öteye geçin’ dediğini duymuşsam, bunu kendi inisiyatifimle yorumlayabilirim. Kimse bana nasıl yorumlayacağımı öğretemez.
Bizim nesil okullardaki din dersinden memnunsa ve şuan çocukları din dersi alanlarla da konuşup, “normal bizim dönemdeki gibidir bir zararını görmedik” yanıtını alıyorsam”, ben kendi görüşümü dilediğim gibi ifade etmekte özgürüm.
Türkiye Büyük Elçisi’ne “Go Home” diyebilen özgürlüktekiler gibi, “Zıplamayan Erdoğan gibi olsun” diyebilen sendikacı öğretmenin özgürlüğü gibi, biz de özgürüz ve son kez uyarıyorum, sakın ola kimse bize ne yazacağımızı, nasıl yazacağımızı öğretmeye kalkmasın.