Bir toplumun en yaşamsal ihtiyacı “başarabilme” duygusudur. Bu duygudan yoksunken ne refah mümkündür ne huzur…

ABD bile gün gelir ,“yapabiliriz” diyerek moral pompalayan bir lidere ihtiyaç duyar.

“Evet, yapabiliriz…” İlk bakışta ne kadar basit bir slogan, değil mi? Koskoca devleti yönetmeye soyunmuş, onca beklentiyi tatmin etmek zorunda olan şimdiki ABD Başkanı, seçim kampanyasını işte bu basit söze indirgemişti.

“Yapabilmek” hissi, basit ama yaşamsal bir iksire benziyor. Tıpkı su gibi.

Statü sorunu, varlık sorunu, kimlik sorunu… Kıbrıslı Türkler’in sorunu çok. Bu sorunlar öyle hafife alınacak türden de değil. Hepsi temel ve hayati sorunlar.

Ama hepsinden daha vahimi, “bizden bir halt olmaz” duygusu… Bu duygu öylesine içimize işledi ki, acayip bir şekilde, “siz kendi kendinizi yönetemezsiniz” propagandasını yiyoruz.

Buna göre bizim kendi ekonomimiz, kendi paramız ve bu işlere bakacak bürokratımız olamaz… Biz öyle uçak falan da uçuramayız… Dünya ayarında eğitim verecek okullar kuramayız… Asfalt bile dökemeyiz…

Çöp tenekelerimizin üzerinde dahi “hediye” oldukları yazıyor… “Biz yapamayız kardeşim” duygusu gündelik hayatta öylesine güçlü ki…

Düşünsenize mağazalar, evinizin iki metrelik perdesini Türkiye’de diktirip getirtiyor. Gerekçe hep aynı: “Burada ne iyi dikiş yapacak usta var ne de iyi mekanizma; biz yapamayız…” 

Herkes “başaramama” konusunda hemfikir. Dünyanın en prestijli meslekleri bile bizde daimi bir itibar krizi içinde.

Mesela hastalıklarımıza burada hep yanlış teşhis konulur. Bizi ölümden ya Rum doktorlar döndürür ya da Kıbrıs dışındakiler… Hayatında hiç hasta olmayanlarımızın bile hissiyatı bu…

Öğretmen, akademisyen, mühendis, milletvekili, avukat… Hiç fark etmez… Hepsi “yetersiz, çapsız, cahil, beceriksiz, ikinci sınıf…”   

Kıbrıslı Türklerin ne kadar tembel, bencil ve öngörüsüz olduklarına ilişkin kanaatler son zamanlarda kendi içimizde de rahatlıkla ifade edilir oldu. Özellikle kendilerini “uzman” statüsüne yüceltip, bu şekilde “aşağılık alt tabakadan” sıyrılan insanlar, pervasızca saydırıyor.

Bunların kibirli hallerinde acayip bir mandacı ruh gizli: “Kapatın Meclisi, bir vali işimizi görür…” “Aha biz yapamayık be arkadaşlar, karışmayın Türkiye’nin işine, itiraz etmeyin öyle her şeye…”

Oysa Kıbrıslı Türkler “yapabilir!”

En basit örnek, gözümüzün önünde yaşanmadı mı? Rum tarafından elektrik aldığı halde gününün büyük kısmını karanlıkta geçiren toplum, üç beş yıl içinde bu sorununu büyük ölçüde çözdü. Nüfus ve konut patlamasına rağmen…

“Sanki elektriğimiz var da Rum’a da satacayık” diye mızmızlanmak boşuna. İşte elektriğimiz var ve işte satıyoruz!

Silkinip kendimize gelebiliriz. Yeter ki “aciz ve muhtaçsınız” propagandasına ve bunun yörüngesinde uydu fikirler türeten “manda uzmanları”na aldırış etmeyelim.

Peki bunu yapabilir miyiz? Evet, yapabiliriz!