Dünyanın dört bir yanında, insanlar yaşadıkları ülkeleri güven, refah ve adaletin teminatı olarak görmeyi arzular. Ancak artık bizim ülkenizde, bu temel değerler birer birer erirken, vatandaşlar kendilerini kaçışı olmayan bir çıkmazda buluyor. Hukukun üstünlüğünün çökmesi, ekonomik darboğaz, toplumsal adaletsizlik ve yönetim krizleri birleştiğinde, ülke içinde hapsolmuş bir halk ortaya çıkıyor. 

Kaybolan güven ve umut içinde kimi zaman mecburiyetten, kimi zaman çaresizlikten, kimiz zamanda alışılmışlıktan aynı döngü içinde yaşamaya devam ediyoruz. 
Bir devletin en temel görevi, vatandaşlarına güvenli ve yaşanabilir bir ortam sağlamaktır. Ancak umursuz  yönetimler, çıkar gruplarının etkisi altına giren sistemler ve şeffaflıktan uzak politikalar, halkın devlete olan güvenini sarsmaya devam ediyor. 

İnsanlar artık haklarını arayamaz, adalet mekanizmalarına güvenemez ve geleceklerini kendi ülkelerinde göremez hale geldiler sonunda. Hukuksuzluk, kayırmacılık ve yolsuzluk, toplumun farklı kesimlerini derinden etkilerken, vatandaşlar kendilerini adeta bir girdabın içinde buluyor. 

Hemen hemen her gün, ekonomik çöküş ve geçim sıkıntısı katlanarak ve çözümsüz bir şekilde kendini göstermeye devam ediyor. 
Ekonomik istikrarsızlık, vatandaşların hayatlarını doğrudan etkileyen en büyük unsurlardan biridir. Bazıları için işsizlik varoluyorken, öte yandan kaçak işçilik başını alıp gidiyor. Diğer  yandan  gece gündüz çalışan emekçi kesim için en temel ihtiyaçları karşılamak zorlaşalı çok oldu. 


Enflasyon, alım gücünü eriterek halkın yaşam kalitesini düşürür. Gençler, eğitimleri sona erdiğinde umutla iş aramak yerine, başka ülkelere gitmenin yollarını düşünmeye başladı. Beyin göçü hızlandı, nitelikli iş gücü ülkeyi terk ediyor ve kalanlar için şartlar daha da ağırlaşıyor durma geldi. 

Sosyal çöküş ve umursamazlık artık bu ülkede de baş göstermeye başladı.  Ne yazık ki ülkemizde , yaşayanlar zamanla ikiye ayrılır duruma geldi. Direnenler ve umudunu yitirenler. Direnenler, seslerini duyurmaya çalışıyor, değişim için mücadele ediyor, ancak her geçen gün tükeniyorlar. Umudunu yitirenler ise ya sessizce kabullenir ya da bir fırsatını bulup gitmeye çalışıyor. Toplumun genel ruh hali, derin bir kayıtsızlığa büründü. Toplum , kötüleşen şartlara o kadar alıştı ki artık tepki bile vermiyorlar. 

Peki Kaçmak mı, Kalmak mı?

Bu koşullar altında, birçok kişi kaçmayı bir kurtuluş olarak görüyor . Ancak gitmek her zaman kolay değildir. Maddi imkânı olmayanlar, dil bilmeyenler veya aile bağları nedeniyle gidemeyenler, bu ülkede mahsur kalmış hissediyor . İçinde yaşadığı topluma yabancılaşan, geleceğe dair umudunu kaybeden ve bir çıkış yolu arayan insanlar, adeta görünmez bir duvarın içinde hapsoldular. 


Tutulur yanı kalmayan bir ülkede mahsur kalmak, yalnızca fiziksel bir sıkışmışlık değil, aynı zamanda zihinsel ve duygusal bir esarettir. Ancak tarih boyunca pek çok toplum, hepimiz okumuş ve görmüşüzdür ki en karanlık günlerden bile çıkış yolları bulmuştur. Çözüm, yalnızca bireysel kurtuluş değil, kolektif bir değişim çabasında yatmaktadır. Umutsuzluğu kabullenmek yerine, değişim için mücadele etmek, belki de çıkışın tek yoludur. 


SABAHA ÇIKACAĞIMIZI BİLMEDİĞİMİZ HALDE, ÇALAR SAATİ KURUP UYANIYORUZ. 

ÖTE YANDAN İSE , 
ÜLKENİN  GİDİŞATINA DERİN BİR UYKU İLE EŞLİK EDİYORUZ.